İkisi de tekel tütün fabrikasında işçi olarak çalışıyorlardı ve burada tanışıp evlenmişlerdi. Yoksul insanlardı ama aşk, paraya pula bakmıyordu. Küçücük bir ev kiralamış geçinip gidiyorlardı. Aradan bir yıl geçmeden hamile kalmıştı kadın. Fakat pek sevinemedi. Akşam eve gelen kocasına hamile olduğunu söylerken üzüntülüydü; “keşke korunsaydık, bu durumda çocuğu kime bırakıp çalışacağım? Çalışmasam senin aldığınla nasıl geçiniriz…” diye dert yandı. Adam karısını öpüp “Üzülme hanım, veren Allah rızkını da verir. Yeter ki sağ salim doğsun”, diyerek teselli etti. Dokuz ay sonra güzeller güzeli bir kızları dünyaya gelmişti. Durumlarını bilen konu komşu bebeği hediye yağmuruna tutmuşlardı. Öyle ki, çocuk bir buçuk yaşına kadar onları giydi. Kızları beş yaşında olmuş, maddi durumları az da olsa düzelmişti. Adam tatil günlerinde mahalle mahalle gezip simit satıyor, kadın ise evlere temizliğe gidiyordu. Bir akşam adam karısına, “hanım tek çocuk hiç çocuk yarın başımız toprağa girince bu kız kimsesiz kalacak. Gel buna bir kardeş yapalım hiç değilse birbirlerine destek olurlar” dedi.
Kadının aklına yatmıştı; kocası haklıydı, “olur” dedi. Bir sene sonra onlar bir tane isterken Allah biri kız biri oğlan olan ikizleri verdi. Üçken beş olmuşlardı ama hiç isyan etmediler veren Allah rızkınıda verir deyip şükrettiler. Çocuklar büyümüş, okula başlamışlardı. Zaman hızla ilerlemiş çocuklar yüksek tahsil görmeye başlamışlardı. İş yerinin kapanmasıyla işsiz kalan karı koca ellerine geçen iki kuruş tazminatı da çocukların evlenme parası diye bankaya yatırmışlardı. Anne baba varlarını yoklarını onları okutmak için harcıyorlardı. Öyle zaman oluyordu ki kendi üstlerine yeni bir elbise dahi almıyor onları giydiriyorlardı. Evet çocuklar tahsilini tamamlamış ve kendi seçtikleriyle de evlenmişlerdi. Onlar evlenmişti ama anne baba da sıfırı tüketmişlerdi. “Olsun” dedi adam “Allah büyüktür! Onlar mutlu olsun da biz bir köroğlu bir ayvaz nasıl olsa geçinir gideriz…” Çocuklar evleneli iki seneyi geçmişti bir kere bile anne babalarını evlerine davet etmemişlerdi…
Bu da onların çok zoruna gidiyordu ama yine de yüzlerine vurmuyorlar canları sağ olsun diyorlardı. Bir gün adam çarşıdan eve gelirken ayağı takılıp düşmüş kafasını kaldırıma çarpıp beyin kanaması geçirmişti on gün yoğun bakımda yatmış ama kurtulamayarak ölmüştü. Babalarının hastalığında bir kere bile gelmeyen çocukları -lütfen- ölüsüne gelmiş zar zor iki gün kalıp annelerine üç kuruş olsun harçlık bile bırakmadan adeta yangından kaçarcasına çekip gitmişlerdi oysa hepsinin de hali vakti yerindeydi. Kadın için esas yokluk bundan sonra başlamıştı. Üç ay kira ödeyemediği için ev sahibi evden çıkarmış nereye gideceğini şaşıran kadın ortada kalmıştı. Durumunu çocuklarına bildirmiş ama onlar da ‘evimiz küçük biz kendimiz zaten zar zor sığıyoruz’ deyip kestirip atmışlardı.
Altmış yaşındaydı kadın; bu yaştan sonra ne iş yapabilirdi? Gençlik yıllarını çocuklarına harcamış şimdi o günlerden geriye hiç bir şey kalmamıştı. Kadının haline acıyan caminin imamı; “bacım sen ne düşünürsün bilmem ama istersen gel caminin avlusundaki bir oda bir mutfakta kal hem para da istemiyoruz ara sıra camiyi sil süpür yeter” demişti. Ortada kalan bir kadın için bu bulunmaz bir nimetti onun için hemen kabul etti. Teşekkür ederken gözyaşlarına boğulmuştu. Hemen o gün silip süpürüp iki üç parça eski püskü eşyasını taşıyıp yerleşti. Çok şükür başımın üstünde bir çatı var deyip sevindi. Fakat ne yeyip ne içecekti onun durumunu bilen komşuları sırayla yemek vermeye başladılar caminin imamı ise her cuma namazında az da olsa kadın için cemaatten yardım topladı. Bu süre içinde çocukları ne aramış ne de sormuşlardı.Onlar ne kadar hayırsız olsa da o bir anaydı ve özlemişti çocuklarını. O gün komşuya giden kadın utana sıkıla telefonunu kullanabilir miyim diye rica etti. Komşusu tabi ki kullanabilirsin lafı bile olmaz deyince teşekkür edip ilk önce oğlunu aradı “oğlum ölümlü dünya zamanın varsa gel bir göreyim, değilse ben geleyim, çok özledim” dedi. Oğlu, ” iyi olurdu ama biz tatile gidiyoruz artık gelince…” derken karısı arkadan “aman ha gelmeye kalkmasın onun pejmurde kılığı yüzünden etrafıma küçük düşemem”, diyordu.
Kalbine hançer yemiş gibi olan kadın sendeleyip koltuğa yığılıp kaldı içinden de aldınız da giymedim mi diye geçirdi. Oğlundan ümidini kesen kadın kızlarını aradı onlardan aldığı cevap da oğlununkinin bir benzeriydi. Anlamıştı kadın istenmiyordu kolları yanına düştü boynu bükük evine döndü. Artık hıçkıra hıçkıra ağlıyordu sabaha kadar uyumadı. Sabah namazını kılıp duasını ettikten sonra imamın yanına gidip “imam efendi ölüm bizler için; eğer bir gün vadem yeterse sana vasiyetim sakın çocuklarıma haber vermeyin, verirseniz ahirette iki elim yakanızda olur bunu bilin” dedi. Aynısını komşularına da söyledi. Dirimi aramayanın ölümle de işi olmaz dedi. Günler buruk da olsa iyi kötü geçip gidiyordu. Yatsı namazını kılıp duasını eden kadın yatağa uzandı uykuya dalana kadar geçmiş günleri çocuklarını, onları nasıl büyüttüğünü zavallı kocasını çektikleri sıkıntıları her şeyi düşünüp ağlaya ağlaya uykuya daldı. O sabah kadının kapısı hiç açılmadı bunu fark eden komşuları imama söylediler imam, “Ben de fark ettim ama komşuya gitmiştir diye düşündüm” dedi. Hep beraber gidip kadının kapısını çaldılar ama açan olmadı imam yedek anahtarla kapıyı açıp içeri girdiklerinde kadının cansız bedenini buldular. Çok üzülmüşlerdi hanım hanımcık asil bir kadındı ve çok yazık olmuştu. Elbirliğiyle cenazesini kaldırdılar, helvasını pişirdiler. Evet bir cefakar ana daha başını toprağa koymuştu.
VE O GÜN ANNELER GÜNÜYDÜ.