Bir gün bir serçe, Allah’a küsmüştü. Günler geçiyordu ve serçe Rabbine bir şey demiyor, O’nunla konuşmuyordu. İçine kapanmış, derin bir hüzne boğulmuştu. Melekler merakla Allah’a serçeyi soruyorlardı ve her defasında Allah, meleklere “O gelecek!” diye cevap veriyordu. “Çünkü onun sesini duyacak tek varlık benim ve onun minik kalbindeki derdini anlayacak olan da yalnız benim.” diyordu.
Bir zaman sonra serçe; kalbi hüzün, gözü yaşla dolu bir halde bir ağacın dalına kondu. Hiçbir şey söylemiyordu, öyle sessiz sessiz bekliyordu. Allah, serçeye seslendi:
-Söyle bana! Canını sıkan ve kalbini hüzne boğan derdin nedir?
Melekler serçe ne söyleyecek diye ona bakıyordu. Serçe mahzun, biraz da sitemli ses tonuyla:
Küçük bir yuvam vardı. Yorulduğumda dinlendiğim, üşüdüğümde sığındığım. Kimseyi rahatsız etmiyordum ve kocaman dünyada ufacık bir yerdi, kimsenin yerini dar etmiyordu. Sen onu da bana çok gördün, neydi o zamansız fırtına? Esip yıktı yuvamı ve beni yuvasız bıraktı.
Artık konuşamadı serçe, sözleri boğazında düğümlendi. Sessizlik Arş-ı Rahman’da yankılanıyordu ve melekler başlarını eğmiş Allah’ın vereceği cevabı bekliyordu. Allah:
-Ey serçe! Sen benim kulum değil misin?
-Elbette kulunum Allah’ım!
-Öyleyse niye benim yapıp ettiklerime razı olmuyorsun da bilmediğin bir şeyi sorguluyorsun?
Serçe boynunu bükmüştü. Yüce Allah şöyle seslendi:
-Ben size demedim mi! Sizin hayır bildiğinizde şer, şer bildiğinizde hayır olabilir diye?
Serçe suçluluk içinde başını eğiyordu. Sonra cevap verdi:
Dedin Allah’ım.
-O halde neden hikmetini bilmediğin şeyleri sorguluyorsun?
Serçe hiçbir şey söyleyemedi. Mutlaka yuvasının yıkılışında bir hikmet vardı ama neydi o? Yüce Allah, meleklerin de serçenin de merak ettiği o hikmeti açıkladı:
Sen, o yuvanda dinlenirken seni avlamak isteyen bir yılan yuvana doğru geliyordu. Seni yılandan korumak için fırtınaya emrettim yuvanı yıksın diye. Böylece sen oradan uzaklaşarak yılandan kurtuldun. Nice belalar var ki muhabbetimle senden uzaklaştırdım. Oysa sen, kuşatıcı muhabbetimi görmüyor, geçici belalardan dolayı bana düşman oluyorsun. ( Mahmut Ulu, Hacı Bayram-ı Veli kitabından)
Mesaj: Her birimizin başına çeşitli sıkıntı ve felaketler gelebilir. Bunların sebepleri üzerinde düşünmek, kendi hatamız varsa onu bir daha tekrar etmemek ilk görevimizdir. Yani kör bir teslimiyet ve pasif tevekkül doğru değildir.
Ancak asla doğru olmayan bir şey daha var. O da uğranılan felaketten sonra ümitsizliğe kapılmak, kadere ve Allah’a küsmektir. Bu tavır insanı kötümserliğe ve pasifliğe sürükler.
Oysa küsmek yerine yeni imkanlar aramak, yeni girişimlerde bulunmak daha akıllıca bir iştir. Bir kapıyı kapayan Allah başka birini açar. Hele ki bizim irademizi aşan, beklenmedik felaketlerle manen yıkılmak güçlü insana yakışmaz.
Çok önemli bir işi olan kimse bineceği uçağı kaçırınca üzülür. Ama ertesi gün o uçağın düştüğünü duyunca, yanıldığını anlar. Hikmet yüklü şu ayet kulağa küpe olmalıdır: